“Duygu içermeyen, içinde bir anlam gizlemeyen, okuyucuya bir şey vermeyen bir şiirin sadece şairin kendisini mutlu etmeye yönelik olduğuna inanıyorum.”

Kübra Kuru: İlk sorumu şiir kitabınızın adından hareket ederek sormak istiyorum. Yeni Bir Hayata Gülümse tüm geçmişi bırakıp yeni bir hayat arzusu taşıyan bu başlığı seçmenize ne etki etti? Sizi bu arzuya gönderen güdü neydi?

Şafak Ahmet Deniz: Aslında bütün kitaplarımda aynı durum vardır. Şiir kitabımın içindeki bir şiir aynı zamanda kitabın başlığı olur. Son kitabımda bu başlık kitabın tema’sıydı. Yeni Bir Hayata Gülümse çok sevimli geldi bana, sevimli bir başlık oldu. Ayrıca başkâtibimizin çekmiş olduğu kapak fotoğrafıyla da bütünleşince bu başlığın daha uygun olacağını düşündüm. Zaten o sıralar yeni bir başlangıç yapmıştım. İstanbul’a yeni atanmış, noterliğe başlamıştım. Bunlarla birlikte bu başlıkla bir umut da vermek istedim. Son zamanlardaki duruma baktığımızda insanlar çok karamsarlar, neredeyse soluk alamayacak bir hâle gelmişler oysa soluk almak, yeni bir başlangıç yapmak lazım.

KK: Şiire ve şiir yazmaya ne zaman başladınız? Şiir ile tanışmanıza vesile olan neydi?

ŞAD: Dört yaşlarımda falandır benim şiirle ilk tanışmam. O yıllarda gazetede bir kaza haberi görüyorum. O yaşlarda yazıları pek okuyamıyorum ama gördüğüm o fotoğraftan hareketle bir şeyler yazmışım ve anneme okumuşum. Annem hâlâ anlatır. Anneme “Bir fotolaf çektim. Alaba devrildi.” demişim. Çocuk sesimle daha o yaşlarda bir fotoğrafa bakıp böyle söylemişim. Buradaki gerçeküstücülüğü görüyor musunuz, fotoğraf çekildiği için arabanın devrileceği düşüncesine kapılmamı? Aslında tam tersi olur değil mi, araba devrilir ve onun fotoğrafı çekilir. Yaşadıkça şunu da düşünmeye başladım, ne düşünürsek o oluyor. Neyi çağırırsak o yaşanıyor. Şiirlerimi ilk yazıya geçirişim, ilk şiir yazmam ortaokul zamanlarımda oldu. Bizim çırak baktım bir defter tutuyor. Ne olduğunu falan sordum. Baktım içine bir şeyler yazıyor. Yazı yazılıyorsa bir defter de benim olmalı, ben yazmalıyım diye düşündüm. İlk yazmaya başladığımda da başkasından aktarmak aklıma gelmedi. O yüzden kendim bir şeyler yazmaya başladım. Tabii ki o yazdıklarım ne kadar şiirdi bilemem. Ancak ortaokul sonda ilginç şiirler yazmaya başladım.

KK: Şiir yazmaya başladığınız zamanlarda sizi etkileyen, size ilham veren şairler oldu mu? Ayrıca şiir yönünüzü kendisine benzettiğiniz bir şair var mı?

ŞAD: Tabii ki birçok ustam var. Şiir dilinde bir kere Nâzım Hikmet’i söylemeden olmaz. O dönemlerde yasaklıydı, çok zor oluyordu okumak, kitaplarını bulmak. Nâzım’ın dışında özellikle Behçet Necatigil’i severim. Sızılı, duygulu farklı bir anlatımı var onun. Nedense diğer şairlerden içinde ustam gibi gördüğüm yok. Orhan Veli’yi çok fazla okudum. Onun şiirlerine benzer şiirler de yazdım.

KK: Ben de zaten sizin şiir yönünüzü Garip akımına daha yakın buldum.

ŞAD: Evet, o tür şiirler de yazdım. Yine gençlik dönemimde İkinci Yeni şiirine benzeyen şeyler de yazdım.

KK: Sizce şiir kapalı mı olmalı yoksa ilk okunduğunda hemen anlaşılmalı mı?

ŞAD: Bir kere şiir duygu içermeli. Duygu içermeyen, içinde bir anlam gizlemeyen, okuyucuya bir şey vermeyen bir şiirin sadece şairin kendisini mutlu etmeye yönelik olduğuna inanıyorum. Halktan kopuk, okunduğunda anlaşılmayan bir şiirden yana değilim.

KK: O zaman siz özellikle dil yönünden şiirin kapalı olmasına karşısınız. Şiirinizin anlaşılmasından yanasınız. Ahmet Haşim, şiirde mana aramanın eti için bülbülü öldürmeye benzediğini söyler. Anladığım kadarıyla siz şiirde tam tersi olarak mananın ön planda olması gerektiğini düşünüyorsunuz.

ŞAD: Ahmet Haşim’i severim ama Ahmet Haşim’in şiiri gibi şiir yazmak istemem. Sonuçta yazmak üretmek değil ki sadece ürettiğinle halka bir şeyler vermen gerekir. Hepimiz halkın içinden geldik, halkın içinden gelen insanlar olarak halka bir şeyler vermezsek, hele yazar olarak aydınız deyip de hiçbir gelişme sağlamazsak, aydın sorumluluğuyla ilgili bir şeyler yapmazsak o zaman niye yazıyoruz ki. Yazmamızın bir kıymeti olmaz.

KK: Sizce şiir nedir? Şiir duyguları mı yoksa düşünceleri mi yansıtmalıdır?

ŞAD: Şimdi şunu söyleyeyim, hissetmek Arapça kökenli bir sözcük.  Hissetmek önemli, bunu duygulanmakla tam açıklayamıyoruz. Hissetmek veya ilham olmazsa elinize kalemi alıp ben şunu düşündüm, şu düşünce ile yazayım şiirimi diyemezsiniz. Derseniz de o yazdığınız ne kadar şiir olur, düşünmek lazım. Ancak bir olay olmuştur, bir duygu yaşanmıştır ve bu da şiire yansımıştır. Şiirde duygulardan esinlenirsin ve sözcüklerin akar gider. Fakir Baykurt’un bir sözü var öyküleriyle ilgili. Şöyle söylüyor: “Ben öykülerimi harman tozar gibi yazarım. Yani önce yazar, sonra düzenlerim. Samanlarını daha sonra ayıklarım.” diyor. Roman ve öyküde bunu yapmak lazım. Sözcüklerini seçerek kullanmak gerek ama şiirde bu bazen pek mümkün olmuyor. Şiirde sanki bir ilahi kanala bağlanıyorsun ve bu ilahi kanal sana kendiliğinden yazdırıyor. İlham geliyor yani. Hatta şöyle bir anımı anlatayım size. Bir gün tam uyuyacağım sırada gecenin bir yarısı, odamdan içeriye bir ay ışığı girdi ve ben o gece tam beş şiir yazdım. Bu ilham olmasa ya da uyanmasaydım ben o şiirlerimi yazamazdım. Bu nedenle şiirde duygu ve ilham önemli iki meseledir. Bazen şiirin kendisi bile şaire ilham olabiliyor. Ben okuduğum uzun bir şiirimin içerisinden küçük bir şiir çıkardığımı bilirim. Mesela “Aşk Nereye” şiirim öyledir: “Ömrümüzün kıyısından geçer / Nereye gider aşk.”

KK: Sizin şiiriniz düşündürücü, açık uçlu şiirler yazıyorsunuz. Devamını okuyucunun tamamlamasını bekliyorsunuz. Örnek verdiğiniz şiirinizde olduğu gibi nereye gitmesi gerektiğini okuyucuya bırakıyorsunuz.

ŞAD: Ben ne kadar iyi şiir yazsam da; yani çok olağanüstü, söz sanatlarıyla dolu nefis bir şiir yazdım desem de bu yazdığım şiir her okur tarafından farklı bir duygu ile yeniden üretilmiyorsa yazdığım şiirin anlamı yok ki. Şiirin bitmesi değil mesele, önemli olan şiirin gelişmesi. Okuyucunun içinde yaşayabilmesi önemli.

KK: Şiirde alışık olduğunuz belli bir tarz var mı? Mesela benim şiirimin konusu ağırlıklı olarak aşk, tabiat veya toplumsal konular olsun dediğiniz bir şiir tarzınız var mı?

ŞAD: Tek yönlü bir tarzım yok. Benim şiirimin aslında iki damarı var. Yayımladığım şiirler daha çok duygu ve sanatla ilgili temaların harmanlandığı şiirlerdir. Ama bir yandan da protest bir damarım var. Daha protest şiirlerimi hiç yayımlamadım. Genelde yayımladığım şiirlerimde daha çok sezdirme var.

KK: Noktalama işaretlerini şiirinizde pek kullanmadığınızı gördüm. Sizin için şiirde noktalama işaretlerinin yeri nedir?

ŞAD: Noktalama işaretlerini bilerek çıkarttım, öncesinde noktalama işaretleri vardı. Şu an açık öğretimde Türk dili ve edebiyatı okuyorum ve orada cümle bilgisi dersi hocam şöyle bir cümle kurmuştu: “Şairler noktalama işaretlerini kullanmayabilirler.” Ancak noktalama işaretlerini hiç kullanmadım da diyemem. Çok ender de olsa kullandığım şiirlerim vardır. Mesela bir şiirimde ünlem kullanmıştım. Daha sonrasında ünlemin cümle dışı öge olduğunu öğrendim. Şimdi bu noktalama işaretini kullanmam demek, şiirle ilgisi olmayan bir ögeyi kullanmam demek oluyor. Bir de noktalama işaretlerini çok fazla kullanırsam o zaman okur, şiiri okurken yeniden üretemez. Ben okurken okurun kendi kafasından noktasını, virgülünü belki bir yere koyacak, bu koyduğu yerden başka bir anlam çıkacak, o yüzden bunu okura bırakıyorum.

KK: Geçmişte yapmış olduğunuz avukatlığın ve şu an yaptığınız mesleğinizin sizi besleyen yanları var mı? Mesleğiniz gereği birçok farklı hayatlara tanık olmuşsunuzdur. Bu farklı yaşamlar sizi besliyor mu?

ŞAD: Tabii her yaşam mutlaka şiirime yansıyor. Yaşamış olduğum herhangi bir şey, bir olay illa ki yansır. Yaşanmışlıklardan etkilenmemek elde değil. Yaşadıklarımız bilincimizin uyanmasında ayna olur. Çünkü her birimiz birbirimizin aynasıyız. Öyle hayatlara denk geliyoruz ki bu ister istemez bizi etkiliyor. Henüz yayımlamadığım belki ileride roman, öykü olarak yayımlayacağım öyle şeyler var ki anlatması bile zor. Yani yaşananlar gibi bizim meslek hayatımızda olanlar da sanatımıza yansıyor.

KK: Şiirlerinizi incelediğimde “yalnızlık, kırgınlık, yarım kalmışlık” gibi motiflerin şiirlerinizde çok tekrar ettiğini fark ettim. Bu sözcüklerin tekrarını bilinçli bir şekilde mi yaptınız ve geçmişte yaşadığınız olayların bu motifleri seçmenizde etkisi var mı?

ŞAD: İnsan yalnızlığı her zaman hissediyor. Yalnızlık hissetmeden olmuyor. Aslında az çok hepimiz kendimizi yalnız hissediyoruz. Kalabalıkların arasında olmak da mesele değil. Yüzlerce, binlerce insanın arasında olabilirsin ama bir an olsa da aslında yalnız olduğunu görürsün. Bu öyle bir duygu ki hepimiz anlaşılmak istiyoruz. Yaşadığımız topluma baktığımızda özellikle herkesin bu duyguya kapıldığını görüyoruz. Bu motifleri bu nedenle bu durumu anlatmak için kullandım.

KK: Son sorum, şu anki genç nesiller ile ilgili olacak. Günümüzdeki gençlerin şiire yeterince ilgisi olduğunu düşünüyor musunuz?ŞAD: Aslında şiir okumak ve yazmak gençliğe tavsiye edebileceğim en güzel uğraş. Çünkü gençler eğer şiir okumazsa şiirin insana verdiği huzur duygusunu yaşayamaz. Bu nedenle de eksik kalırlar. Herkesin şair olmasına, şiiri çok fazla sevmesine gerek yok. Günde bir dörtlük, bir dize, bir cümle okumaktan bile alacağı birçok duygu var.  Gençler şiir okumazlarsa; kendilerini, toplumunu, toplumdaki yazarını bilmezlerse o zaman bir hayatı niye yaşadıklarını ve kim olduklarını da bilemez. Korkunç bir cendere içine kendilerini sokarlar. Oysa olağanüstü bir toplumuz, araştırıp öğrenmemiz gerekiyor. Şiir okumak değil bu arada sadece sorun, önemli olan şiiri okurken şiirle birlikte kim olduğunu okumak, hayatı okumak. Hayatın şiirini, ezgilerini okumayınca hiçbir şey anlayamazsın. Bu yüzden şiir her zaman okunmalı.