“Ben yüzyıllar sonra da okunmak ve anlaşılmak istiyorum.”
Nazlıcan Kaya: Coşkun Bey, sizce şiir nedir, şiirin tanımı belirli kalıpların içerisine sığdırılabilir mi?
Coşkun Karabulut: Şiirin binlerce tanımı var. Her şair, şiir nedir sorusunu kendisine göre cevaplamış. Ben şiirin, tanımdan ziyade bir amaca sahip olduğunu düşünüyorum. Bugüne kadar şiirin bir duygu aktarımı olduğunu söylediler. Bana kalırsa şiir bir çeşit enerji üretim merkezidir. Yani şair kendi yaşamından yakaladığı enerjiyi dizelere döküp okurlara aktarır. Şiir yaşama dönüşmektir ve dönüştürmektir. Şair, yaşamın içinde bulduğu güzellikleri okurlarıyla paylaşır. Farabi de yaşamın amacının mutluluk olduğunu söyler. Mademki yaratıcı bile kendini güzel göstermek istiyor, o hâlde şairlerin görevi de güzeli bulmak –bu güzel mutlak ve kalıcı olan güzeldir- olmalıdır.
NK: Şair kimdir? Şiiri av olduğu için mi yazma ihtiyacı duyar yoksa avcı olduğu için mi?
CK: Öncelikle benim gözümde şair peygamber gibi bir adamdır. Sonlu olandan sonsuzluğu yakalar. Hayatta sürekli karşılaştığımız olumsuzlukları metanetle karşılamak, huzur bulmak şairin görevidir. Şair, avcıdır. Ama kimseyi öldürmeyen avcıdır (gülüyor). Şair dünyada bulduğu güzellikleri önce kendi yaşamalıdır. Genelde şairin yaşadığı bizi ilgilendirmez derler ama ben bunu kabul etmiyorum. Şairin önce kendisi şiir gibi bir insan olmalıdır ki yazdığı şiirler samimi olsun. Örneğin iyi yazan biri kendi hayatında kadına, hayvana şiddet uyguluyorsa bu yazdıklarının hiçbir anlamı kalmaz. Kendisi iyi olmayan bir insan sadece biçimsel olarak güzel şiir yazabilir. Önemli olan şiire ruhunu vermektir. Şiir, kelimelerin uçmasıysa şair de sözcüklere kanat takan adamdır. Şair kibirli ve bencil olmamalıdır. Böyle bir şair şiir yazmış olsa da o şiirin duygusu eksik kalır.
NK: İlk şiirinizi yanılmıyorsam 1990 yılında yayımladınız. Şiirinizde o günden bugüne neler değişti?
CK: Bana kalırsa o yıllarda şiirin özünü yakalamışım ama inceltme işini zamanla gerçekleştirmişim. Sözcükleri önceden daha çok kullanıyorken zamanla onları giderek azaltmışım. Yani az sözle çok şey anlatıyorum artık. Mana derinleşiyor.
NK: Şiirinizin daha çok düşünce dünyası gelişmiş diyebiliriz o hâlde. Şiirinizin imgeden, girift yapıdan uzak durmasının sebebinin de bu olduğunu söyleyebilir miyiz?
CK: Ben bir şey okuyorsam anlamak isterim. Yazarken de öyle. Ben bir güzellik buluyorsam ve yazıyorsam başkası da okurken bu güzelliği bulmalı. Aslında ben imgesel şiirden kaçmıyorum. İmgesel şiiri abarttılar. Şairler her şeyi imgeleştirmeye başladı. Şimdi ben her şairin yaşamını bilemem. Kimse bilemez. Bu yüzden onun imgelerini de tam olarak anlayamam. Bugün bile okuduğumuz büyük şairler var; Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Nazım Hikmet gibi. Onlara baktığımda anlaşılır olduklarını ve bu yüzden yaşamaya devam ettiklerini görüyorum. İmge elbette bir şekilde var. Ama imge demek, sözcüklerin hepsini anlam olarak kapatmak demek değildir. Şiirin başından sonuna doğru bütünsel bir imgeden bahsetmek gerekir aslında. Şiir bitince insan düşünmeli bence. Bütünü yakalamayan imgeler kullanıldığında şiir ruhunu kaybediyor. İmge anlamı kapatmaktan çok şiiri yeni anlamlara, hayata açmaktır. Bunu savunuyorum. Diğer türlüsü suyu bulandırmak oluyor. Derinliği olmadığı için imgelerle suyu bulandırmış oluyorlar.
NK: Daha çok kısa şiirler kaleme alıyorsunuz. Aynı zamanda şiirlerinizin muzip bir tarafı da var. Belki de ironinin devrede olması için bunu yapıyorsunuz. Kurulan bu bağ bilinçli bir tercih mi?
CK: İroni benim yaşam biçimim. Ben şiir yazmasam da ironi yapıyorum. Şiirde asıl amaç insanlıktır. İroniyi de bu yüzden tercih ediyorum. İronik şiirler yazarak kendimi daha iyi hissediyorum.
NK: Alışılmışın dışında, çoğu kez karamsarlıktan uzak, Nasrettin Hoca'nın gülmekle düşünmek eylemlerini birbiriyle harmanladığı üslubuna yakın şiirler yazıyorsunuz. Peki, gerçek hayattaki Coşkun Karabulut da ironinin peşinde midir?
CK: Evet, günlük yaşantımda da ironi yapmayı seviyorum. Aslına bakarsanız bankacıyken ironi yaparak ayakta kaldım. Ayrıca insanları mutlu etmeyi seviyorum. Şiir yazarken de günlük yaşantıma devam ederken de. Çünkü sadece insanlarla değil sözcüklerle de iletişim kuruyorum.
NK: İroni sizin için neyi ifade ediyor?
CK: İroniyi her zaman kendimi korumak amacıyla kullandım. İroninin zekâ işi olduğunu düşünüyorum. İroni aynı zamanda okurla kurduğum bağdır. Okur benim ne söylemek istediğimi anlıyor, en önemlisi de bu. Bazı şairler kendilerini elit gördükleri için okuyucunun izleyici konumunda olmasını istiyorlar. Diyelim ki elimizde bir ayna var. İşte bu tip şairler aynayı yalnızca kendi yüzlerine tutuyorlar. Hâlbuki okurla şair iç içedir. Şair aynayı etrafındakilere de tutmalıdır. Benim şiirimde ironi biraz da bunu sağlıyor diyebiliriz. Bazı şairler o kadar çok imge kullanıyor ki okuru aptal yerine koyuyorlar. Çünkü okur bunları anlamakta güçlük çekiyor. Söylediğim gibi fazla imge suyu bulandırır. Benim şiirimde sadece düşünen insanlar düşünceyi bulabilirler. İroni düşündürme sanatıdır.
NK: Gerçek hayattan sıyrılarak herhangi bir metin kaleme almak mümkün müdür? Hayaller insanı ne ölçüde besler ve bu durum şiire nasıl yansır?
CK: Gerçek hayattan sıyrılarak şiir yazmak elbette mümkün. Sadece kitap okuyarak, hayallere dalarak bir şeyler yazılabilir. Ama yaşam testinden geçirmediğin her şey, amaçsız ve yüzeysel kalır. Duyguyu yakalamak zorlaşır. Ben bu tarz metinlerde, özellikle de şiirde yaşamdan alıp yaşama aktaracak hiçbir şey bulamıyorum. İnsan kendisinin yaşamadığı duyguyu hakkıyla aktaramaz. Bu da metnin kalıcı olmamasına sebep olur. Ben yüzyıllar sonra da okunmak ve anlaşılmak istiyorum. Bu yüzden hayatın içinden yazıyorum. Şiirde ölmek için değil şiirde tekrar tekrar yaşamak için, gerçek hayatla bağımı sıkı tutuyorum.
NK: Şiirin özgün olması şairin yeteneğine ve özgürlüğüne mi bağlıdır?
CK: Bir kere insanın yaradılışında şairlik vasfının bulunması gerekir. Bu olmadan ne yaparsak yapalım tam anlamıyla şiir yazamayız. O yüzden önce yetenek sonra da çalışma diyebiliriz. Çalışmaktan kastım ise hem okumak hem de yaşamı okumaktır. Sadece başkasının yazdıklarını okuyarak bir yaşam oluşturamayız. Onlar sadece ufuk açarlar. Her iki tarafı okumak bu yüzden çok önemli.
NK: Şiirimizin (belki de genel anlamda şiirin) karanlığa yakın bir tarafı var. Hep o karanlık noktanın içinde bir şeyler arıyoruz. (Sizin aksi yönde gittiğinizi de tekrar belirtmemiz lazım.) Sizce bunun sebepleri nelerdir?
CK: Bu durum aslında geleneklerimizden geliyor. Biraz fazla şaka yaptığınız, güldüğünüz zaman hayattan beklentinizin olmadığı düşünülüyor. Umursamaz görünüyorsunuz. Ağlamak, hüzünlü olmak toplumun genel yapısında var. Düşünmek, okumak, gülmek bir hastalık gibi karşılanıyor. Zaman zaman bana şiir yazma hastalığınız ne zaman nüksetti diye soruyorlar.
NK: Günümüz Türk şiiri hakkında neler düşünüyorsunuz?
CK: Günümüz Türk şiiri bence yoğun imgelerle, kapalı anlamlarla okuru kaybetti. Okuru şiirin dışında tutmak çok büyük bir hata. Önceden şiir matineleri yapılırdı. İnsanlar orada şiir dinleyerek mutlu olurlardı. Şimdi ise şairler sadece yazıcı durumundalar. Arada bir ses olmadığı için şair ile okur ayrıldı. Şair halktan koptu, şiir yabancılaştı. Oysa halk yoksa şiir de yoktur. Bugün halktan kopup gelen şairleri pek fazla okumuyoruz belki ama bana kalırsa yıllar sonra yalnızca onlar hatırlanacak.